Bugün şu an bunları yazarken havaalanındayım. Elimde kahvem, onun yanında demin yiyip bitirdiğim çikolatalı kruvasanımın boş paketi var. Kim bu İrem? Alıştığım, bildiğim kızdan o kadar farklı ve o kadar özgür ki. Yıllar geçmesine rağmen iyileşeli, hala bazen kendi kendime şaşırıyorum. Eskiden hayat ne kadar zordu. Kendi kendime yarattığım, sonra da onla yaşamaya alıştığım bir zorluk. Bir süre sonra yeme bozukluğunun sesini kendi sağlıklı sesinden ayıramıyorsun zaten. Onun sesi senin sesin, senin karakterin oluyor. O sesi dinlemediğinde rahatsızlık, suçluluk duyuyorsun.
Nasıl bir esaret, yaşayan bilir. Allah kimseye göstermesin gerçekten. Yaşayan herkes de biran önce kurtulsun inşallah.
Dediğim gibi havaalanındayım. Biraz sonra uçağım var. Spring Break için St. Thomas a gidiyorum. Daha önce hiç gitmedim. Heyecanlıyım. New York da hava hala soğuk. Sıcak bir yerlere gitmek, ayaklarımı kumlara gömmek, denize dalmak, deniz kokusu hepsini çok özledim. Şükürlerle gidiyorum.
Ama eskiden olsa…Ah eskiden olsa çok daha farklı olurdu herşey. Demin terminalde dolaşırken food court dan geçtik. Bir sürü yemek kokusu, vitrinlerde çeşit çeşit pizzalar, sandviçler, tatlılar…Bilirsiniz, klasik havaalanı terminali işte. Farkettim ki canım hiç birini istemiyor, karnım sabahki kahvaltımdan hala tok. Eskiden kendi kendime sorardım, şimdi bunların hepsini yiyebilsem ve asla şişmanlamasam ne yerdim diye. Ve listem o kadar uzun olurdu ki. Kısaca hepsini yerdim. Evet, kaliteli yada çok cazibeli yemekler değil ama ben hepsine hem ruhsal olarak, hem de fiziksel olarak açtım. Bugün de sordum kendime o kadar yemeğin önünden geçerken. Bugünkü sorum farklıydı. ‘Yiyebilsem ne yerdim’ değil de ‘hepsini yiyebilirim, canım şu an ne istiyor’ diye sordum. Hiçbiri cezbetmedi. Doymuşum resmen, pizzanın, hamburgerin fikrine de, kendisine de, kokusuna da doymuşum. Nasıl güzel bu his o yemeklerin beni artık hiç heyecanlandırmaması, benim için birer yiyecek olmak dışında başka birşey ifade etmemeleri…Bunu danışanlarımdan da çok duyuyorum. ‘İrem inanamazsın bugün ne oldu’ diye anlatmaya başlıyorlar heyecanlı heyecanlı ilk bu hisleri deneyimlediklerinde. Nasıl mutlu oluyorum böyle hikayeler dinleyince.
Havaalanına geri dönelim. Uçuşumuz rötar yaptı 1 saat, ben de Starbucks a gidip kendime kahve ve kruvasan aldım. Kruvasanımı yedim dediğim gibi şimdi kahvemi içerken bu haftanın podcast ini yazıyorum. Bu 6. Episode olacak. Hala bölümlerin çoğunu yazarak kaydediyorum. Bilmiyorum daha sonra değişir mi bu durum ama zaten hep yazmayı çok severim oldum olası.
Hazır havaalanındayken, sıcacık yerlere gitmeye hazırlanırken dedim ki bu haftada ‘yeme bozukluklarıyla tatile çıkmaktan’ bahsedelim. Bu podcast i bulduğunuza ve dinlediğinize göre muhtemelen biliyorsunuz yeme bozukluklarıyla seyahat etmenin ne demek olduğunu. Zor diycem ama nerdeyse imkansız. Normal rutinden çıkmak, farklı birşeyler yapmak çok korkutucu. Bana eskiden seyahat etmek külfet gibi gelirdi. Herkes sevinir, heyecanlanır, sabırsız bir beklentiye girer. Ben de tam tersi olurdum. Ve anneyim ben. Çocuklarım, kocam sevinirken benim heyecansız köşede durmam onları üzeceği için ben de çok heyecanlıyım gibi yapmaya çalışırdım. Ama o düzen değişikliği o kadar zor gelirdi ki…
Herşeyden önce belirsizlik var. Yeme bozuklukları çekenler genelde aynı saatlerde aynı öğünleri yemeye çalışırlar. Ama şimdi gel de bunu tatilde yapmaya çalış. Tabi ki de mümkün değil. Saatler değişiyor, ister istemez yediklerin değişiyor. Evde yediklerine en benzeyen seçenekleri bulmaya çalışıyorsun, ama tabi bu zor olduğu için her küçük sapma inanılmaz bir anksiyeteye yol açıyor. ‘Bu bana kilo aldırır mı? Evde yediğim kaç kalori, bu kaç kaloridir aşağı yukarı…Yada hiç bir şey yemeyip acaba bütün bu anksiyeteyi önlesem mi? Ama ya sonra çok daha fazla acıkır da saçma sapan birşey yemeye kalkarsam!’ Ve gibi gibi… Yeme bozukluğunun sesi diyorum ya, aslında bunların hepsi yeme bozukluğunun sesleri ama biz sanıyoruz ki ‘ben böyleyim, yediklerime dikkat ediyorum’.
Sonra bir de tabi genelde seyahate yalnız çıkılmıyor. Seyahate aileyle, arkadaşlarla çıkılıyor. Bu da en zoru belki de. Sanki herkesin durmadan karnı acıkıyor. Birşeyler yesek mi, bir kahve içsek mi, kahvenin yanına bir tatlı paylaşsak mı, hadi çok yürüdük şu cafe de biraz oturalım mı, bi patates kızartması falan paylaşalım mı’. Ve sen tüm bu süreçte durmadan içsel bir savaş yaşıyorsun. Günde 3-5 öğün sistematik bir şekilde topluca masaya oturmak, birşeyler sipariş vermek yada vermeyip sürekli ben tokum ayağında durmadan lıkır lıkır su içmek. Hem çevredekiler için, hem de bunu yaşayan için çok zor birşey. Benim arkadaşlarım ve ailem çok yadırgamıştı ben ilk onlarla aynı şeyleri yemeye başladığımda. Önceleri, ortak bir sipariş verilirken beni saymazlardı, ‘İrem yemez nasılsa, bu bize yeter’ gibi yorumlar çok olurdu. Daha sonra iyileştiğimde de ‘aaa bakın İrem de yiyor’ oldu. Bu arada söylemeden geçmek istemiyorum bu yorumların ikisi de çok gereksiz ve yeme bozukluğu çeken bir yakınınız varsa bu yorumlar son derece yıpratıcı ve tetikleyici. Lütfen bu tür yorumları yapmayalım. Kimsenin yediğini yada yemediğini eleştirmeyelim. Zaten yeme bozukluğu çeken biliyor yiyemediğini, yada bir yerse çok fazla yemeye başlayacağını biliyor ve çok korkuyor. Senin demenle yemeye başlamayacak, başlasa bile bunun sonucu onun için çok daha ağır olacak. Kimsenin neler yaşadığını bilemeyiz, en yakınınız olsa bile herşeyin 100% yolunda olduğundan emin olamayız. Lütfen niyetimiz iyi olsa bile birbirimizin kişisel sınırlarına girmeyelim.
Hmmm, gelelim diğer can alıcı noktaya. Tatile vücudumuzu hazırlama evresi. Siz sanıyor musunuz öyle 2 dakikada karar verip bavul yapılıyor? Yok öyle bir dünya. O seyahatin perde arkasında çok hummalı bir diyet, büyük yeme atakları, tartıda belli bir kiloya gelebilmek için amansız bir çalışma var. Ve, ya tam tatilden önce bir atak yaşanılırsa yada işler planlandığı gibi gitmez de o ‘ideal kiloya’ gelinemezse? O zaman gerçekten büyük anksiyete! En uç örnek olarak benim danışanlarımdan bir tanesi benle tanışmadan önce Maldivler’e rezervasyonları yapılmış, parası ödenmiş balayı seyahatini iptal ettiğini anlatmıştı. Nasıl kuvvetli bu hisler. O vücut imajı herşeyin önüne geçebiliyor. Yeni evlendiği kocasıyla cennet bir yerde anılar biriktirerek başlamak yerine muhtemelen kavga ederek başlamışlardır hayat yolculuklarına. Demin de söylemiştim ama tekrarlayacağım, yeme bozukluğu yaşayan bireylerin en yakın çevresine çok iş düşüyor. Aşırı sabırlı ve sonsuz sevgiyle yaklaşmak lazım.
Neyse konumuza dönelim. Vücudumuzu tatile hazırlamak dedik ya, bu tatil hele ki bir de bikini mayo giyilen bir yaz tatiliyse işimiz daha da zor. Sanki mankensin de Prada defilesinde podyuma çıkıcan. Sebze suyu detoksaları, limon kürleri, kronometre tutularak yapılan kardiyolar saymakla bitmez çekilen eziyet. Sonuç olarak gerçekçi olmak gerekirse burda çoğumuz vücudunu mankenlik gibi bir meslekten para kazanmak için kullanmıyor. Vücudumuz bizim aracımız, amacımız değil. Tıpkı arabamız gibi. Bizim ruhumuzu taşımak için bir araç, amaç değil. Ama ona iyi bakmak, elimizden geldiğince bakımını yapmak, benzinini koymak bizim görevimiz. Bir seçenek değil. Nasıl yağı değişmeyen, benzini konulmayan bir araba bir süre sonra problem çıkarmaya başlar, aynı vücudumuz da öyle. İlla belli ölçülerde olması gerekmiyor. Daha zayıf, çoğu zaman daha güzel demek değil. Ama gel gör ki bunu yeme bozuklukları çeken birine anlatmamız çok zor.
Hiçbir zaman tamam yeter artık daha zayıflamak istemiyorum diyen bir yeme bozuklukları hastası ile tanışmadım. Kendim de bu problemi yaşarken hiç bir zaman yeterince zayıf olduğumu düşünmedim. Sanki hep daha zayıf olabilirdim. En istediğim ‘ideal’ kilomda olsam bile aklımdan geçen düşünce 1-2 kilo daha vereyim. Ne olur ne olmaz. Plansız programsız bir şey olur, biraz payım olsundu. Sonra eğer o 1-2 kilo daha da aç kalınıp binbir eziyetle verilirse o artık ’yeni ideal kilom’ olurdu. Ve o kendi kendimize belirlediğimiz erişilmesi çok zor olan ideal kilolarda kalmak için resmen yaşamamak gerekiyor. Çünkü herhangi bir hayat belirtisi gösterdiğin anda, mesela arkadaşlarınla Napoli de bir pizza paylaştığın anda, yada Roma da kahveli bir gelato yediğinde, sevgilinle Paris te şarap & peynir keyfi yaptığında o tartıdaki ibre acımasızca oynamaya başlıyor. Aç kaldığın, kısıtladığın, aklının 80% inin yemekte olduğu kilo senin vücudunun olmak istediği kilo değil. Belki birkaç gün yada birkaç hafta aç karnına sürünerek yaşayabilirsin ama bir ömürden bahsediyoruz. Vücudumuz son nefesimize kadar yanımızda olacak. Hatta yanımızda olacağından emin olduğumuz tek şey. Hepimizin vücudu gün be gün değişiyor. Hormonlarımız, kas ve kemik yoğunluklarımız, enerji düzeyimiz, sorumluluklarımız değişiyor. Hücre ölçeğinde bu değişimler yaşanırken dışardan bakıldığında yada tartıda sürekli o kendi koyduğumuz ‘ideal’ kiloda kalmak gerçekten sürdürülebilir değil. O yüzden vücudumuzu herhangi bir tatile, herhangi bir event e hazırlamak yerine öğünden öğüne aç kalmadan, ama tıka basa da hiç bir zaman yemeyerek bir orta yol bulmak en güzeli. Yemeye gelince inişli çıkışlı dalgalanan grafikler yerine linear grafikler tercih etmemiz gereken.
Gelelim spora. Spor rutinimiz de normal olarak sekteye uğruyor tatillerde. Çoğumuz trainer ımızla seyahat etmiyoruz yada spor salonumuzdaki ekipmanı gittiğimiz heryerde bulamıyoruz yada bulsak bile grupça gidilen tatillerde gruba uyduğumuz için zamanımızı uyduramıyoruz. Dolayısıyla bu da bir anksiyete sebebi oluyor. Aslında spor, iskelet ve kas sistemimizi güçlendirmek, sağlıklı bir kalbe sahip olabilmek için yapılan bir aktivite. Ama sporu çoğumuz diyetin bir uzantısı olarak görüyoruz. Spor ile diyet bizim kitabımızda en iyi arkadaşlar. Öyle değil aslında. Spor yapmak, hareket etmek, gün boyunca sabit oturmak yerine aktif olmak tabi ki de çok önemli. Ama şu sporu diyetin bir uzantısı gibi görmekten vazgeçmemiz lazım. Bizim yemek yiyebilmemiz için illa spor yapmaya ihtiyacımız yok. Haaa spor yapabilmek için illa yemek yemeye ihtiyacımız var, o başka. Yani uzun lafın kısası spor ve yemek birbirine ‘transitional’ değil.
İster spor rutini açısından, ister yenilen yemeyin çeşitliliği ve sıklığı açısından, ister grup ile seyahat etmenin verdiği baskı açısından yeme bozukluğu çekerken seyahat etmek çok eforlu. Hiç bir anın tadı tam çıkmıyor. Herşey yarım yamalak. Çevremizdekilere çok sabırlı olmak düşüyor. Yeme bozuklukları bir seçenek değil, bir hastalık. Öyle celebrity hastalığı falan da değil, gayet her eğitim düzeyinden, her sosyo-ekonomik düzeyden kişilerin başına gelebilecek bir hastalık. Sağlıklı insanlara kolay ve eğlenceli gelen şeyler, bu problemden çekenlere çok zor gelebiliyor. O yüzden bu hastalıkla başınız dertteyse kendinizi suçlamayın. Şuanda hayat size zaten yeterince zor. İhtiyacınız olan suçlanmak değil, bolca şefkat, bolca sevgi.
Ben bu konuda çok deneyimliyim ve danışanlarımdan gördüğüm sonuçlar inanılmaz. Bunu söylüyorum çünkü aferin bana, gurur duyuyorum kendimle. Nerden nereye diyorum. Ben de bir zamanlar sizin gibi yeme bozukluklarının esiriydim. Lütfen yardım alın. Benden yada başkasından lütfen yardım alın. Konuşmak iyi geliyor. Paylaşılan utanç iyileşiyor.
No Comments